Değişimi tüm hücrelerimizle yaşadığımız, son derece esnek ve olaylara adapte olma zorunluluğunu hissettiğimiz geçtiğimiz 20-25 yılı, daha önceki dönemlerle karşılaştırdığımda, benim aklıma iki fotoğraf geliyor.
Üstte yer alan birinci fotoğrafta, oldukça durgun bir suda, belli belirsiz minik çırpıntılar var.
Bu sularda bir yarış teknesinin yol aldığını düşünelim.
Kürekçilerin baktığı yön, dümenci.
Teknenin idaresi, yönlendirilmesi, küreklerin çekilme temposu dümencinin verdiği komutlarla oluyor.
Teknenin lideri dümenci, ikinci adamı ise dümencinin hemen karşısında oturan, tempoyu düzenleyen kürekci, nam-ı diğer ‘hamla’.
Dümende oturan kişi diğer yarış teknelerini, rekabeti izler, yarış ortamını, hava koşullarını değerlendirir, final çizgisine bir an önce, rakip teknelerden önce kendi teknesini ulaştırmak ister.
Dümencinin diriliği, çoşkusu, algılama seviyesi, çözüm yaratma becerisi ve kürekçilerin morali, kazanma azmi, fiziksel durumu, becerileri rekabete karşı teknenin durumunu belirleyecektir.
Yönlendirici bir tek kişi var. Dümenci bağırıyor, tempo veriyor öte yandan da mümkün olduğu kadar az sayıda dümen kırmanın hesabını yapıyor ki teknenin su içersinde sürtünmesi artmasın, teknenin sürati düşmesin. Kürekçilerin tek görevi de bu komutlara uygun sürekli küreklere asılmak. Kürekçiler kendilerini işlerine o kadar kaptırıyor ki, sağa sola bile bakamıyorlar; aslında bakmaları da gerekmiyor. Çünkü, onlardan beklenen verilen tempoya uygun kürek çekmeleri.
Tek yönlü bir iletişim var.
Dümenci komut veriyor. Bunu algılayan kürekçiler de ona göre hareket ediyor.
Kontrol edilebilir, basit bir düzen ve ortam.
Günümüzde, içinde bulunduğumuz ortamlarda buna benzer bir durum yok.
Nasıl bir düzende olduğumuzu başka bir fotoğraf üzerinden değerlendirelim.
Bir rafting ortamını düşünün. Debisi çok yüksek bir nehirde şişirme bir bot içinde yol alan 7-8 insan görüyoruz.
Teknenin önü suyun içerisine girmiş durumda; adeta azgın dalgaların içinde kaybolmuş .
İnsanların yüz ifadeleri gergin. Beyinlerdeki amigdala görevini yapıyor. Yaşamak, hayatta kalabilmek için savunma mekanizmaları çalışıyor. Kimsenin diğerini duyacak hali yok. Ekipteki herkes duruma göre vaziyet alma, reaksiyon verme veya proaktiv olma mecburiyetinde.
Arkadakiler bağırsa, öndekinin duyacak hali yok.
Yarış ortamındasınız. Diğer şişirme botlara karşı finiş çizgisine ilk önce siz varmak istiyorsunuz, niyetlisiniz. Kayalara çarpabilirsiniz, girdaplara düşebilirsiniz, çağlayandan aşağıya yuvarlanabilirsiniz.
Hedef, öncelikle yaşamak, yarışın içinde kalmak. Ama bu hedef yeterli değil, botu suyun üzerinde tutup, yarışı kazanmak ana hedef.
Böyle bir dünyada, bir tek liderin komutu veriyor olması pek işe yaramayacak.
Zor koşullar altında seyir etmekte olan bot, değişik açılardan rüzgar almaya, darbe yemeye o kadar açık ki.
O nedenle bu teknede bulunan her bir kişinin, algılaması, takdir hakkı, özgüveni, hata yapmaktan çekinmemesi, risk alması, becerileri, sonuç odaklı yaklaşımı, yani duruma göre vaziyet alabilmesi ve takım ruhuna sahip olması hedefe ulaşmada çok belirleyici bir faktör.
Günümüzde örgütlerde tek bir liderin komutlarıyla, doğru işlerin en doğru şekilde yapılabilirliliğinin mümkün olamadığını yaşıyoruz ve izliyoruz. Tek bir liderin çok güçlü bir şekilde ortaya çıkarılması ve böylece diğer şirket çalışanlarının ‘yap’ denilenleri yapar durumda tutulmalarını destekliyen iklimler şirket değerinin maksimize edilmesine hiç mi hiç hizmet etmiyor.
Yukarıda sözünü ettiğim ve şirketi sarmalayan iklim koşulları, şirketin gittikçe ‘kör’ leşmesine ve içinde bulunduğu çevrenin değişimi ile ortaya çıkan yeni tehdit ve fırsatların ayrıştırılması olasılığını yok ediyor. Bu durumdaki şirketler mevcut durumlarını bir veri olarak kabullenerek, içerden dışarıya bakma alışkanlığı ile değişime ve değişimle gelen fırsatları değerlendirme konusunda şirket yetkinliklerini etkin kullanma şansına sahip olamıyorlar.
“Bizim imkanlarımız bu kadar, zaten yıllardır da işlerimizi böyle yürütüyoruz, fena da gitmedi bugüne kadar; çok şükür çevremizde var, aslında herşey ekonomiye bağlı, ekonomi iyi gitti mi bizim işler de iyi gidiyor…..” şeklinde özetlenebilecek içeriden dışarıya bakış alışkanlığı zenginleşmeden ziyade fakirleşmeyi ve değerlerin aşınmasına neden oluyor.
Psikoloji kitaplarında anlatıldığı gibi öğrenilmiş çaresizlik yaşayanlar çoşkularını, tutkularını kaybediyorlar. Düşünme kabiliyetleri zayıflıyor, farkındalıkları azalıyor. Davranışları ile sonuçları arasındaki bağlantıyı gözleyemediklerinden davranış biçimlerinin sonuçlarına karşı kayıtsız kalıyorlar. Kayıtsızlık hakim oluyor. Kolay vazgeçme eğilimi yükseliyor. Kadercilik ve teslimiyet hat safhaya ulaşıyor. Ruhsal çöküntü ile birlikte biyolojik çöküntü de hakimiyet kazanıyor.
Halbuki, bugünün çılgın rekabetci ortamında önde koşabilmek, rekabetten daha farklı ve iyi düşünüp, görüp, etkileyici, şaşırtıcı çözüm (ürün/hizmet) sunmak, daha ucuza üretebilmek, dağıtım kanallarını daha etkin kullanabilmek, yeni pazarlama mecralarından ve teknolojiden en etkin şekilde yaralanabilmek, çılgın pazarlama fikirlerini uygulamaya koyabilmek, çözüm ortakları ile kazan-kazan esaslı sürdürülebilir işbirliği yapabilmek, yeni iş fırsatlarını yakalayıp, odaklanmak ancak diri-uyanık, yaratıcı yaklaşımlarla mümkün. Odaklanılan fırsatların değerlendirilmesi sırasında mevcut yetkinlikler yetersiz kalabilir; bu durumda gereksinim duyulan beceriler/yetkinlikler şirket dışından derhal temin edilebilir.
Bu diri-yapıcı-çevreye uyum sağlama yaklaşımının üstüne inşa edildiği temel anlayış şöyle: şirketin yaratıcılığını, çalışanlarının (işe alınırken doğru seçilmiş olan) potansiyeli belirler.
Rekabetten farklı hizmetlerin tasarlanıp, kârlı iş modelleri ile sunulabilmesi korku ve endişeden uzak çalışanların yaratıcılığını ifade edebilmeleri ile mümkündür.
Çalışanların mutluluğu ve yaratıcılığını sergileyebilmesi, şirketin tüm çözüm ortaklarının da birikim ve yaratıcılığını şirket ve müşterileri lehine hizmete sunmalarını sağlar.
Şirketin kâlılık içinde büyüyebilmesi için yaratıcılığın beraberinde getirdiği ticari yenilikçi düşünce şart olmuştur.
İşte yenilikçi düşüncelerin ticari açıdan anlamlı olabilmesi, şirket çalışanlarının içinde bulundukları çevrede neler olup, bittiğini, müşterilerin tercihlerinin nasıl yeniden oluştuğunu, rakiplerin nasıl hareket ettiğini ve diğer paydaşların nereye yöneldiklerini, önceliklerinin nasıl değiştiğini, teknoloji ve mevzuat değişikliklerinin ne tür fırsatlara yol açtığını, çevredeki paydaşların davranışlarındaki yeni trendlerin neler olduğu konularında yüksek farkındalık, aciliyet-sorumluluk-yükümlülük duygularına sahip olmalarına bağlıdır.
Farkındalığı yüksek ve değer yaratma esaslı çalışanlar, şirketlerini çevreleyen ortamların getirdiği fırsatları dışarıdan içeriye bakış acısıyla daha çabuk teşhis edebilmekte ve kendi takımlarını, şirketlerindeki diğer takımları hareket geçirmek üzere insiyatiflerini kullanabilmektedirler. Esnek ve adaptasyonu yüksek şirketler, çevresel koşullara, patinaja düşmeden çok cabuk uyum gösterebilmektedir.
Bu firmalar yerlerinde rahat durmuyorlar, sürekli yenilik peşinde koşuyorlar, eylem halindeler, engelleri aşıyorlar, işletmelerinde yaratıcı iklimi muhafaza edebiliyorlar, sonuç odaklı ve hızlı hareket ediyorlar. Her stratejinin bir son kullanım tarihi olduğunun ciddi farkındalar, sürekli öğreniyorlar ve sürekli stratejilerini yeniliyorlar. Üşenmiyorlar, ertelemiyorlar ve vazgeçmiyorlar.
Bu firmaların çalışanlarının çoğu, tahmin ediyorum şu söylemleri içselleştirmişlerdir: “Hazırlıklı olarak fırsatla karşılaşmak şans dediğimiz sıçrama tahtasıdır”, “Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyenler yeni toprakları keşfedemezler’”, “İnsanlar başarısızlığa uğramazlar, sadece denemeyi bırakırlar”
Kârlılıklarını sürdürebilen başarılı şirketlerin çalışanlarının çoğu kâbus, felaket, yıkılış, dehşet olarak tarifler yapmaz.
Onların dilinde meydan okuma, fırsatı yakalamak, duruma göre vaziyet almak, denemek, keşfetmek-innovatif olmak, değişmek, çok sık kullanılan kavramlardır.
Henry Ford şöyle demiş: “Başarısızlık sadece daha zekice bir başlangıç için bir şanstır”.
İşletmelerin başarısında önemli söz sahibi insanlar düşünce ve niyetin kudretini idrak etmişlerdir.
Düşüncelerine göre çevrelerindeki dünya şekil alacağından sarf ettikleri sözcüklere, poztif duygular beslemeye, sevgi vermeye, takdir etmeye, kendilerini dinlemeye, düşünmeye, hayal etmeye, kendilerini sevmeye, bol kahkaha atmaya , doğru nefes almaya, sağlıklı beslenmeye, dua etmeye-şükretmeye, derin uyumaya çok özen gösterirler. Bu insanlar ne ekerlerse hayatta onu biçeçeklerini çok iyi bilirler. ‘Bumerang’larını çok dikkatli atarlar; bilirler ki evrene ne fırlatırlarsa evren aynı şekilde cevap verir. Evlerinin ve ofislerinin duvarlarına, kendilerini harekete geçirecek sözlerin yer aldığı rengarenk kağıtları asarlar.
Gelin birlikte şu birkaç kağıda göz atalım, neler yazılı acaba:
“Hayatta kalmayı, canlıların en güçlüsü ya da en zekisi değil, değişime en iyi ayak uyduranı başarır”
…………….
“Olduğun yerde durmak, hızla değişen Dünya’da en hızlı geri gitme yoludur”
…………….
“Kendime yeni bir ben lazım”
…………….
‘’Söylediklerinize dikkat edin düşüncelere dönüşür…..
Düşüncelerinize dikkat edin duygularınıza dönüşür….
Duygularınıza dikkat edin davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin değerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin karakterinize dönüşür…
Karakterinize dikkat edin kaderinize dönüşür…’’
Her zaman duruma göre vaziyet alıp, şirketinizin kâlılığına katkıda bulunmanız dileğiyle hoşça kalın.
Comments
Hocam Merhaba,
Yazınızdan çok yararlandım. Elinize sağlık.. 🙂